Tarih: 03.07.2025 10:43

Zakir Avşar’dan eleştirel bakış: Siyasetçinin dili ile imtihanı

Facebook Twitter Linked-in

ANKARA - BHA Prof. Dr. Zakir Avşar, "Siyasetçinin dili ile imtihanı" başlıklı yazısında özetle şunlara yer verdi: "Siyasette zor günlerden geçiyoruz. Özellikle ana muhalefet partisi açısından bu zorluklar bariz bir şekilde kendisini hissettiriyor. Bir yandan parti içi kavga ve rekabet, diğer yandan şaibeli kurultay ve sonuçları, en önemlisi de yönettikleri belediyelerde ortaya çıkan yolsuzluk ve yozlaşma içinde çıkış bulamaz hale gelmiş olmaktan mütevellit sancı ve kıvranmalar; hem Özgür Özel’i hem de arkadaşlarını fena halde etkiliyor… Öyle bir sıkıntı içindeler ki, geçmişte kendilerine en fazla hakaret ve iftira edenlere muhtaçlar, yine en fazla istemediklerinin, itibar suikastlarına gittiklerinin, iftiralar ettiklerinin haklarında bin bir türlü söz ve eylemde, bulunduklarının kapılarındalar… Zor bir durum. Çırpındıkça battıkları bir çamuru kendilerinin ürettiklerini görüyorlar ama kurtulamıyorlar. Kurtuluş için de kendilerini kirleten veya kendilerinin kirlettikleri ile birlikte daha da kirlenecekleri bir yola doğru gidiyorlar. Siyaset, fikirlerin mücadelesi, görüşlerin, düşüncelerin, duruşların, yaklaşımların mücadele zemini olduğu gibi, bu fikirlerin topluma ve bireylere hangi dil, üslup ve ahlaki zeminle taşınacağına dair bir temsil ve sorumluluk alanıdır. Siyasal rekabet, aktörlerin düşünsel donanımı kadar, bu düşünceleri kamuoyuna hangi biçimde sunduklarıyla da anlam ve meşruiyet kazanır. Nitekim siyasal söylemin etkisi ve ikna gücü; güven telkini ve ahlaki tutarlılığı ile doğru orantılıdır. Bu bağlamda, siyaset yalnızca içerikle değil; sözün biçimiyle, tonuyla ve taşıdığı etik yükle de inşa edilir. Toplumsal ve siyasal alanda söylem, sadece düşüncenin dışavurumu değil; aynı zamanda kimliklerin, değerlerin ve meşruiyet iddialarının da taşıyıcısıdır. Bu nedenle, en haklı bir düşünce bile saldırgan, hoyrat ya da tutarsız bir dille sunulduğunda etkisini yitirir. Buna karşılık; ölçülü, yapıcı ve sorumluluk bilinciyle şekillendirilmiş bir üslup, en sert eleştirileri bile dönüştürücü bir kamusal akla tahvil edebilir. Ne yazık ki Türkiye'de muhalif siyaset dili, giderek daha fazla kutuplaştırıcı bir mahiyet kazanmakta; toplumsal uzlaşıyı besleyen bir araç olmaktan uzaklaşarak, çatışmacı ve indirgemeci bir zemin üzerine oturmaktadır. Bu durum, etik ve estetik bir sorun teşkil ettiği gibi, aynı zamanda demokrasinin sürdürülebilirliği, kurumsal güvenin inşası ve siyasal aidiyetlerin tahkimi açısından da ciddi krizler üretmektedir. Siyasetin doğasında mücadele, tartışma ve eleştiri vardır. Siyasal rekabet, zaman zaman keskin ifadeleri, çarpıcı benzetmeleri, sert soruları ve yüksek perdeden konuşmaları gerektirebilir. Bu anlamda polemikçi bir dil, demokratik çoğulculuğun ve siyasi rekabetin meşru araçlarından biridir. Hatta bazı durumlarda, polemik aracılığıyla hem toplumsal farkındalık yükseltilir hem de muhalefet alanı genişletilebilir. Ancak bu noktada dikkat edilmesi gereken çok önemli bir sınır vardır: Sertlik, hakikatin ifadesiyle sınırlı kalmalı; hakaretler, küfürler, iftiralar, yalanlar ve mesnetsiz isnatlar, çarpıtmalar, inkârlar, yolsuzluk ve yozlaşma savunuları siyasal söylemin dışına itilmelidir. Polemik; bilginin, kanaatin, tarihin ve toplumsal duyarlılığın ışığında yükselirse etkili olur. Aksi halde, kamusal tartışma alanı bir linç ortamına, etik sorumluluklar ise kişisel hesaplaşmalara dönüşür. Dolayısıyla siyasal söylemde sertlik olsa bile, gerçeklik, tutarlılık, erdem, temsil kabiliyeti ve sorumluluk bilinci içinde ifade etme çabası olmalıdır. Son dönemde, siyaset sahnesinde gözlemlenen zikzaklı geçişler, toplumun muhalif siyasal aktörlere duyduğu güveni aşındıran başka bir sorunu da gün yüzüne çıkarmıştır. Bir dönem partide en üst mertebelerde görev almış, oradan koparak sert eleştirilerde bulunmuş, ardından yeniden aynı partiye geri dönmüş, keza partisinde en yükseklerde iken kopmuş, kendilerine parti kurmuş aktörlerin veya siyasette en fazla eleştirdiği hatta hakaret ettiği kapılara gidenlerin söylem değişimi, hafıza yitimi derecesindeki tutarsızlıkları; sadece bireysel bir çelişki değil; kurumsal bellek ve ahlakta da bir travma üretmektedir. Siyaset, elbette fikirlerin değişimini, yolların ayrılmasını barındırır. Değişim de, ayrılmalar da doğaldır; fakat bu değişimler, dönüşümler, ayrılıklar tutarlılıkla ve kamusal açıklıkla olmalı, izah edilebilmelidir... Geçmişte “ihanetle, ajanlıkla, casuslukla” suçlananlar bugün yeniden “kardeş”, “yol arkadaşı” olabilir; siyaset zemini buna müsaittir. Ancak bu geçişlerin nasıl meşrulaştırıldığı, hangi dilsel ve ahlaki gerekçelere dayandırıldığı önemlidir. Dün öfkeyle yıkılan değerler, hiçe sayılan yol ve dava arkadaşlıkları, hatıralar bugün nasıl savunulabilir, izahı olmalıdır… Siyasetçinin bireysel tarihindeki ve toplumsal bellekteki tutarlılığı, söylem sürekliliğiyle doğrudan bağlantılıdır. Unutulmamalıdır ki siyaset, sadece bugünü yönetmek değil; aynı zamanda geleceği kurma sanatıdır. Bugün kullanılan her ifade, söylenen her söz, her iddia, isnat yalnızca gündelik tartışmalara değil; toplumsal hafızaya da kayıt düşer. Siyasal retorik, kısa vadeli kazançlar uğruna zedelenirse; kurumsal kültür, aidiyet, dava, yol arkadaşlığı gibi meşruiyetler de riske girer. Bu nedenle siyasal aktörler, dillerini birer stratejik sermaye gibi düşünmeli; inandıkları hakikati dile getirirken nezaketten, kararlılığı gösterirken vakardan ve eleştirirken ahlaktan uzaklaşmamalıdır. Söz, yalnızca bir iletişim aracı değil; aynı zamanda bir ahlak, bir duruş ve bir temsildir. Bu bağlamda, her siyasal aktörün asli sorumluluğu; temsil ettiği yapının diliyle barışık, değerleriyle uyumlu, polemik ile hakareti ayırabilen ve toplumsal güveni tahkim eden bir üslup geliştirmektir. Bilinmelidir ki, siyasette sadece sandıkta değil; milletin vicdanında da kazanılır. Söz, yalnızca hitabetin değil, aynı zamanda karakterin ve vizyonun da aynasıdır. Her siyasetçi geçmişinin tanığı, her söz geleceğin temel taşıdır. Sözün ayağa düşürülmemesi bizim siyasal ve yönetsel kültürümüzde çok önemlidir. Bu bakımdan da, siyasetçilerin ağızlarından çıkan sözü kulaklarının duyması, dediklerini öncelikle kendi vicdanlarında tartması, o an kendilerini mutlu edeceği veya dinleyenleri ikna edeceği için söylememesi; hakikati yüceltmek, değerleri yükseltmek, ülkeyi büyütmek ve milleti birleştirmek için konuşması temel olmalıdır…" YAZININ TAMAMINI OKUMAK İÇİN TIKLAYIN...


Orjinal Habere Git
— HABER SONU —